22/10/2013, 12:19 PM
BOZUK BERLİET..
1970'li yıllarda Büyükçekmece çok güzel bir tatil beldesiydi.Hafta sonları ve tatillerde İstanbul halkı deniz,kum,güneş için bu sahile akın ederdi.Çok da yabancı turist gelirdi.Ama o yıllarda şimdiki gibi Rus,Romen,Ukraynalı gibi turistler değil ağırlıklı olarak Alman,Fransız ve İngiliz'ler gelirlerdi.
Büyükçekmece sahilinde şimdi Albatros olarak bilinen bölgede turistlere yönelik Albatros Camping vardı.Bir gün Londra Asfaltı'nda İstanbul istikametine dumanlar saçarak,oflaya puflaya zor bela giden değişik bir otobüs gördük.Köprüyü geçip Albatros Kampı'na doğru girecekken yol ağızında son nefesini verdi.İçerisinden turistler indiler.
Şoför daha önceden buralara gelip gitmiş olmalı ki çat pat Türkçe biliyordu.Servis,teknisyen gibi laflar da edince civardan insanlar toplandı.Her kafadan bir ses çıktı.Sonuçta BMC Nuffield marka bir traktörle Albatros Kampı'na çekilmesine karar verildi.
Biz o zamanlar küçüğüz,otobüs bizim otobüslere hiç benzemediği için markasını merak ettik.Önünde Berliet markasını okuduk.Kendi aramızda konuşurken yaşlı bir adam bize bu markanın "Berliye" diye okunduğunu ve Fransız malı olduğunu söyledi.
Berliet otobüs kampın girişindeki otoparka çekildi.Biraz da otobüsten bahsedeyim.Otobüs önden motorluydu.Oldukça tipsiz ve yuvarlak hatlara sahipti.Boyut olarak bizim Karsan Fiat'lar kadardı.Üzerinde Paris-İstanbul yazılarıyla beraber anlayamadığımız pek çok Fransızca yazı ve renk renk çıkartmalar vardı.
O gün Büyükçekmece'den bir usta geldi,sağına soluna baktı,kurcaladı ,söktü,taktı ama neticede yapamadı. "Bu Fransız malı uyduruk bir şey,ne olduğunu anlayamadım" deyip gitti.Otobüsü kapatıp orada bıraktılar.Ertesi gün İstanbul'dan da bir usta geldi.O da baktı,söktü,bir şeyler yapıp çekip gitti.Çalışmamıştı.
Fransız turistler için Istranca Birlik otobüslerinden burunlu bir O3500 Mercedes otobüs geldi,alıp onları İstanbul'a götürdü.Berliet orada kalakaldı.
Aradan yaklaşık bir hafta geçmişti.Bir gün Albatros yolunda yabancı plakalı bir Citroen minibüs gördük.Üzerinde "Berliet Service" yazıyordu.Demek ki bizim ustalar bu otobüsü halledemeyince Fransızlar memleketlerinden yardım talep etmişlerdi.Bu minibüs de bize çok ilginç geldi.Domuz burunlu,oluklu saçlardan emanet çatılmış ve harpten çıkmış bir araca benziyordu.
Minibüsten inenler kampa girdiler.O gün hiç bir hareket olmadı.Ertesi gün gelenler sırtlarında Berliet yazan iş tulumlarını giyerek işe giriştiler.Akşama kadar uğraştıktan sonra ellerinde altı delikli bir silindir kapak contasıyla minibüse binip İstanbul istikametine yola çıktılar.
O yıllarda ben bu hareketlere bir anlam verememiştim.Ama şimdi olayı değerlendirebiliriz.Otobüs silindir kapak contasını yakmıştı.Bizim ustalar da contanın yandığını anlamış olsalar bile otobüsün değişik yapısı,Fransız sistemlerinde şimdi bile var olan karmaşıklık,el ayak girmemesi,malzemeye ulaşmanın zor olması gibi nedenlerle müdahele edememişlerdi.
"Fransızlar onca yoldan gelirken bir contayı getirememişler mi?" diye sorabilirsiniz.Muhtemelen o yıllardaki çok sıkı gümrük mevzuatları nedeniyle getirememişler hatta belki de getirmemişlerdi.Çünkü Berliet otobüsleri ve kamyonları MAN altyapısını kullanırlardı."Türkiye'de MAN kamyon çok ,nasıl olsa buluruz" diye düşünmüş olabilirler.Kaldı ki eskiden sanayilerde contacılar vardı.Silindir kapak contası da dahil olmak üzere her tür contayı yapabilirlerdi.
Lafı uzatmayalım,Citroen geri geldi.Bizim şık tulumlu ustalar yine bir günlük bir uğraşıdan sonra contayı takıp otobüsü çalıştırdılar.Otobüs çalışınca da yine bozulur da kendilerine iş çıkar düşüncesiyle domuz burunlu minibüsleriyle apar topar Edirne istikametine yollandılar.
Berliet'in yolcuları da geldi.Onlar da ertesi gün yola koyuldular.Otobüs giderken peşinden masmavi duman atıyordu.Belli ki yağ da yakıyordu.Bizden sonra ne oldu bilemem.Citroen Bulgar'da da yine bir ziyaret yapmış olabilir.
1970'li yıllarda Büyükçekmece çok güzel bir tatil beldesiydi.Hafta sonları ve tatillerde İstanbul halkı deniz,kum,güneş için bu sahile akın ederdi.Çok da yabancı turist gelirdi.Ama o yıllarda şimdiki gibi Rus,Romen,Ukraynalı gibi turistler değil ağırlıklı olarak Alman,Fransız ve İngiliz'ler gelirlerdi.
Büyükçekmece sahilinde şimdi Albatros olarak bilinen bölgede turistlere yönelik Albatros Camping vardı.Bir gün Londra Asfaltı'nda İstanbul istikametine dumanlar saçarak,oflaya puflaya zor bela giden değişik bir otobüs gördük.Köprüyü geçip Albatros Kampı'na doğru girecekken yol ağızında son nefesini verdi.İçerisinden turistler indiler.
Şoför daha önceden buralara gelip gitmiş olmalı ki çat pat Türkçe biliyordu.Servis,teknisyen gibi laflar da edince civardan insanlar toplandı.Her kafadan bir ses çıktı.Sonuçta BMC Nuffield marka bir traktörle Albatros Kampı'na çekilmesine karar verildi.
Biz o zamanlar küçüğüz,otobüs bizim otobüslere hiç benzemediği için markasını merak ettik.Önünde Berliet markasını okuduk.Kendi aramızda konuşurken yaşlı bir adam bize bu markanın "Berliye" diye okunduğunu ve Fransız malı olduğunu söyledi.
Berliet otobüs kampın girişindeki otoparka çekildi.Biraz da otobüsten bahsedeyim.Otobüs önden motorluydu.Oldukça tipsiz ve yuvarlak hatlara sahipti.Boyut olarak bizim Karsan Fiat'lar kadardı.Üzerinde Paris-İstanbul yazılarıyla beraber anlayamadığımız pek çok Fransızca yazı ve renk renk çıkartmalar vardı.
O gün Büyükçekmece'den bir usta geldi,sağına soluna baktı,kurcaladı ,söktü,taktı ama neticede yapamadı. "Bu Fransız malı uyduruk bir şey,ne olduğunu anlayamadım" deyip gitti.Otobüsü kapatıp orada bıraktılar.Ertesi gün İstanbul'dan da bir usta geldi.O da baktı,söktü,bir şeyler yapıp çekip gitti.Çalışmamıştı.
Fransız turistler için Istranca Birlik otobüslerinden burunlu bir O3500 Mercedes otobüs geldi,alıp onları İstanbul'a götürdü.Berliet orada kalakaldı.
Aradan yaklaşık bir hafta geçmişti.Bir gün Albatros yolunda yabancı plakalı bir Citroen minibüs gördük.Üzerinde "Berliet Service" yazıyordu.Demek ki bizim ustalar bu otobüsü halledemeyince Fransızlar memleketlerinden yardım talep etmişlerdi.Bu minibüs de bize çok ilginç geldi.Domuz burunlu,oluklu saçlardan emanet çatılmış ve harpten çıkmış bir araca benziyordu.
Minibüsten inenler kampa girdiler.O gün hiç bir hareket olmadı.Ertesi gün gelenler sırtlarında Berliet yazan iş tulumlarını giyerek işe giriştiler.Akşama kadar uğraştıktan sonra ellerinde altı delikli bir silindir kapak contasıyla minibüse binip İstanbul istikametine yola çıktılar.
O yıllarda ben bu hareketlere bir anlam verememiştim.Ama şimdi olayı değerlendirebiliriz.Otobüs silindir kapak contasını yakmıştı.Bizim ustalar da contanın yandığını anlamış olsalar bile otobüsün değişik yapısı,Fransız sistemlerinde şimdi bile var olan karmaşıklık,el ayak girmemesi,malzemeye ulaşmanın zor olması gibi nedenlerle müdahele edememişlerdi.
"Fransızlar onca yoldan gelirken bir contayı getirememişler mi?" diye sorabilirsiniz.Muhtemelen o yıllardaki çok sıkı gümrük mevzuatları nedeniyle getirememişler hatta belki de getirmemişlerdi.Çünkü Berliet otobüsleri ve kamyonları MAN altyapısını kullanırlardı."Türkiye'de MAN kamyon çok ,nasıl olsa buluruz" diye düşünmüş olabilirler.Kaldı ki eskiden sanayilerde contacılar vardı.Silindir kapak contası da dahil olmak üzere her tür contayı yapabilirlerdi.
Lafı uzatmayalım,Citroen geri geldi.Bizim şık tulumlu ustalar yine bir günlük bir uğraşıdan sonra contayı takıp otobüsü çalıştırdılar.Otobüs çalışınca da yine bozulur da kendilerine iş çıkar düşüncesiyle domuz burunlu minibüsleriyle apar topar Edirne istikametine yollandılar.
Berliet'in yolcuları da geldi.Onlar da ertesi gün yola koyuldular.Otobüs giderken peşinden masmavi duman atıyordu.Belli ki yağ da yakıyordu.Bizden sonra ne oldu bilemem.Citroen Bulgar'da da yine bir ziyaret yapmış olabilir.