Cevapla 
 
Değerlendir:
  • 1 Oy - 5 Yüzde
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Tamirhane Anıları
20/06/2012, 10:59 AM
Mesaj: #1
Tamirhane Anıları
Mustafaoe üstadın "O 3500 Otobüsünden Ayrıntılar" başlığı konunun derin oluşu nedeniyle oldukça genişleyip O3500 Otobüs konusu dışına çıkınca (Kimse alınmasın, konuyu şişirenlerin başı benim Wink ) bu başlığı açmayı uygun gördüm.

Sizler de eskiden yeniden ,sanayi sitelerinde , tamirhanelerde yaşadığınız ilginç anılarınızı bu başlığa ekleyebilirsiniz.Ben başlıyorum.

Yeni araçlar çeşitli ayak oyunlarıyla tamamen yetkili servislerin mahkumu edilince ( ilerleyen günlerde bu konuya da değiniriz) sanayi siteleri de önemini kaybetti.Artık sanayi sitelerinde çırak bile görebilmek zor.Tek tük sekiz yıllık zorunlu eğitimini tamamladıktan sonra okumayı bırakmış gençler var.Onlar da haftanın belirli günlerinde en yakındaki “Çıraklık Eğitim Merkezi” nde derslere tabi tutuluyor.Yani eskiden olduğu gibi usta arabanın altından seslenip “Mahmuut,dokuz onaltı lokmayı,cırcırı,uzatmayı kap gel laan” diyemiyor.

Diyemiyor ,aslında bu iyi bir şey.Ufacık çocukların oralarda ağır işlerde çabalaması gerçekten zor.Ama böyle olunca da memlekete sanatkar yetişemiyor.Ustaların yanlarındaki çıraklar o ustadan sevseler de sevmeseler de,kızsalar da,dayak da yeseler mutlaka o mesleğe yönelik ip uçlarını,işin ince taraflarını da öğrenir ilerideki yaşantıları için zemin hazırlarlardı.

Şimdilerde sekiz yıllık eğitimden yani en az 14-15 yaşından sonra bir ustanın yanına çırak olarak gelen çocuğun zaten işe bakış açısı farklı oluyor.Kendisini orada meslek öğrenmek için değil de yaptığı bir kabahatten dolayı sürgün olarak gelmiş bir mahkum olarak görüyor.İki dakika boş kalsa hemen cep telefonunu çıkarıp mesajlarına bakınca azar da işitiyor,küfür de yiyor.Dolayısıyla işten tamamen soğuyor.Bir fırsatını bulduğunda da dükkandan kaçıp gidiyor.

Bu konunun sosyal tarafıydı.Esas teknik tarafına gelelim.

Yukarıda geçen "Dokuz onaltı" tabirinden genç arkadaşlarım çok bir şey anlayamamış olabilirler .Bir tarafı 9 mm olan anahtarın öbür tarafı 16 mı acaba?

Ama bu lokma anahtarı.Yani bir tek ağızı var.Nasıl olur o zaman?

Bir sürü anahtarın kullanıldığı eski Amerikan arabaları artık yok.Herşey standart ve neredeyse bütün araçlarda milimetrik sistem kullanılıyor.

Milimetrik iki ağızlı anahtarları kısaca hatırlayalım:

6 mm - 7 mm,
8 mm - 9 mm,
10 mm - 11 mm
12 mm -13 mm....diye sıralanır.

Eskiden malumunuz tekerlekli araçlarda Amerikan egemenliği vardı.Bu araçların üzerlerindeki cıvata ve somunlar da BSW (British Standart Whitworth,ya da sadece Whitworth olarak da bilinir) ve de SAE (Society of American Engineers) normlarına göreydi.Yani bu rakamlar bir inç’in katsayılarıydı.

Mesela elimizde 3/8 - 7/16 iki ağızlı anahtar var.Milimetrik değere çevirdiğimizde bu anahtarın 3/8 lik kısmı 9,5 ,7/16 lık kısmı da 11,1 mm yaklaşık ağız açıklığına sahip olacaktır.

Hesabı da şöyle: 3/8 x 25,4 (Bir inç 25,4 mm.dir) = ~ 9,5 mm;
7/16 x 25,4 = ~ 11,1 mm eder.

Dolayısıyla bu sistemli anahtarlarla milimetrik cıvata ve somunların bazıları sökülebilir,bazıları sökülemez.Sökmeye kalkışırsanız da ya somunu ya da anahtarı bozabilirsiniz.

Zaten artık dükkanında bu tip anahtar bulunan usta da kalmadı.

Ancak diş açma,klavuz,matkap ve boru sistemleri gibi pek çok yerde halen de bu standartlar tamamen geçerlidir.

1970 öncesi takımların pek çoğu Amerikan menşeliydi. Üzerlerinde su verilmiş dövme çelik anlamına gelen “drop forged” ibaresi bulunur ve gerçekten de sağlam anahtarlardı. Hepsi de çok pahalı ,zor bulunan ve altın değerinde malzemelerdi.

Ondan dolayı her dükkanda “dışarıya takım verilmez” yazısı kapıdan girenin gözüne ilk çarpacak yere yazılırdı.Çırakların en büyük görevi işi biten takımı duvardaki yerine asarak ya da yerine kaldırarak kontrolu sağlamaktı.Bunun hesabı çok zor verilirdi çünkü.Usta da kullandığı takımlara çok dikkat eder,sağa sola dağıtmaz ve “eli uzun” insanlardan takımlarını sakınırdı.

Özellikle 1970 lerin başlarında İzeltaş,Gedore gibi yerli el aletlerinin piyasaya girmesiyle ve de ilerleyen zamanda Çin ve muhtelif ülkelerin yapımı ucuz el aletlerinin piyasayı kapmasıyla takım işi önemini yitirmeye başladı.Her türlü el aleti kolaylıkla bulunur hale geldi.Ama emin olun ki yine de eski takımlar şimdi yok.Çoğu Çin malı çünkü.

Aslında bu takım-taklavat konusu başlıbaşına bir ilimdir.Kafanızı şişirmeden biraz ustalıktan da bahsedelim.

Siz hiç bir ustanın eline üç dört tane muhtelif anahtar alıp da “bu somunu hangisi söker acaba” diyerek her birini tek tek denediğini gördünüz mü?Göremezsiniz.

Usta bir bakışta o somuna hangi boy ve hangi cins anahtarla müdahele edileceğini bilir.Ya da diyelim ki şarj dinamosu sökülecekse bu iş için gereken takımları bilir,hepsini hazır edip ondan sonra aracın başına gider.Atelyeciliğin temel eğitimlerinden birisi de budur.Çalışılacak yerin konumuna göre yıldız,açık ağız,lokma gibi çeşitlerden hangisinin kullanılacağını usta belirler.Ve ne anahtara ve de somuna da zarar vermeden sökme-takma işlemini gerçekleştirir.

Benim tanıdığım iyi bir ustam vardı.”Ustalık nedir?” sorusuna “öncelikle arızayı iyi tespit edebilmek , dahasında arızalı malzemeyi sökmeye cesaret edebilmek ve kılına zarar vermeden söküp takabilmektir ” derdi.

Bu konuyu şimdilik burada bu kadarla kesiyorum.Çünkü derin bir konu, bu sayfalar bunları anlatmaya yetmez.

Ama sizlerden gelecek anıları da bekliyorum.



Tüm Mesajlarını Bul
Alıntı Yaparak Cevapla
21/06/2012, 10:45 AM
Mesaj: #2
RE: Tamirhane Anıları
Bu başlığa yeni bir sanayii macerası ile devam edelim mi?

Yıl 1995.Üç arkadaş İstanbul’dan bir iş için İzmir’e gidiyoruz.Arabamız 1993 model bir Doğan.

Hepimizin iyi kötü şoförlüğü olduğu için zamandan kazanmak için de akşam yola çıkmaya karar verdik.Körfezi araba vapuru ile geçip Yalova’ya ulaştık.

Bursa'da şoför değişimi yaptık.Diğer arkadaş direksiyona geçti,ben de uyumak üzere arka koltuğa yerleştim.

Bir ara uyanıp etrafa bakındım,Karacabey civarındaydık.Öndeki arabanın sahibi olan arkadaş da uyumuştu.Ben de tekrar kıvrılarak uykuya devam ettim.

Aniden bir gürültüyle uyandım.Bu arada koltuktan yuvarlanıp araya düşmüştüm. Durduğumuzda ortalık toz duman içerisindeydi.Toz bulutu yatışınca etrafa bakındım,araba devrilmemişti.Sadece yolun kenarında bir hendekte yan vaziyette duruyorduk.Diğer iki arkadaşım da korkudan bir kelime dahi edemiyordu.

Kapıları açıp dışarı çıktık.Yoldan aşağı yukarı dört beş metre aşağıya düşmüştük.Arabada da hiçbir hasar görünmüyordu.Motor çalışıyor,farlar,stoplar yanıyordu.Lastikler,jantlar sağlam görünüyordu.

Biz uyurken direksiyondaki arkadaşım da bize özenip uyumuş ve bu hendeği doldurmuştu.

Nerede olduğumuzu sordum,o korkuyla cevap veremedi.”Galiba Balıkesir’i geçmiştik” diyebildi.

Hendek çok derin değildi.Dört beş metre ileride hendek düzleşiyordu.Buraya kadar arabayı götürebilirsek oradan tekrar asfalta çıkabilirdik.İlk korkuyu atlattıktan sonra uğraşırsak arabayı kendi imkanlarımızla buradan çıkarabileceğimizi değerlendirdik.Ve hemen işe koyulduk.Direksiyona arabanın sahibini geçirdik.

Biz de iterek yardımcı olmak üzere arabanın yanında yerimizi aldık.Araba biraz ilerledikten sonra sol arka tekerlek bir çamur birikintisine girdi,patinaja düştü.Neyseki yan duruşu düzeldi.Bu durumda bize de arkaya geçip ittirme görevi düştü.

Arkadaşım gaza yüklendikçe arabanın arkası daha da çok gömüldü.Biz “dur,basma ,yavaş” diyene kadar neredeyse kasaya kadar oturdu.Bu defa ters istikamette ittirerek zor bela bu çamurdan arabayı kurtardık.Çamurlu kesime etraftan topladığımız büyük taşları attık.İkinci denemede bu bölümü çok rahatlıkla atlayıp asfalta çıkabileceğimiz noktaya kadar geldik.

Artık yola tekrar dönebilmek için bir hamlemiz kalmıştı.Hendeğin bu bölümünde de biraz çamur vardı.Araba yeniden patinaja düşmüş ancak bu defa gömülmemişti.Bütün gayretimizle biz arabayı ittirmeye uğraşırken arkadan çekişli Doğan yerdeki bütün çamuru da üzerimize sıçratıyordu.Direksiyondaki arkadaşım da inadına öyle bir gaz veriyordu ki ortalık egzost dumanı,çamur zerresi ve dumana boğulmuştu.Biz arkadan ne kadar “gaz vermeeee” diye bağırsak da bizi duymuyor,yüklendikçe yükleniyordu.

Yaklaşık dört beş dakika süren bu mücadeleyi kazanmıştık.Araba tekrar asfaltın üzerindeydi.Arabadaki bezlerle üstümüzü ,ayakkabılarımızı temizledik.

Ancak arabaya bindiğimizde o çok iyi bildiğim kokuyu duydum.Araba yanık asbest kokuyordu.Büyük ihtimal debriyaj balatası bu telaşe arasında yanmıştı.

Arabayı çıkardığımız yol rampa aşağı pozisyondaydı.Direksiyondaki arkadaşıma debriyajı kontrol etmesini söyledim.”Hiçbir şey yok,normal” dedi.Halbuki bence o balata yanmıştı.Tekrar yola koyulduk.

Bulunduğumuz yer “Değirmen Boğazı” olarak bilinen bölgeydi.Yani arkadaşımın söylediği gibi Balıkesir’i geçmemiştik henüz.Bu rampanın altında bir düzlük ve de düzlüğün sonunda da Balıkesir vardı.

Rampayı sorunsuz indik.Düzlüğe geldiğimizde arabanın beşinci viteste bağırmasına rağmen gitmediğini farkettik.Evet bu kurtarma harekatı bizim Doğan’a debriyajı yedirmişti.Çünkü koku halen de devam ediyordu.

Balıkesir’in girişinde bir benzin istasyonuna hem dinlenmek ve hem de durumu değerlendirmek üzere girdik.Benzin alacağımızı zanneden pompacı koşarak yanımıza geldi.Demek ki o da biraz işten anlıyormuş,arabayı koklayarak ”geçmiş olsun ağabeyler” dedi.

Biz bu benzin istasyonunu bulduğumuzda vakit geceyarısına yaklaşıyordu.Bu saatte kimi bulur,kime bu arabayı yaptırırdık.En güzeli arabayı burada emin bir yere bırakıp otobüsle devam etmek ve iş bitiminde gelip arabayı yaptırmaktı.

Biz aramızda durum değerlendirmesi yaparken pompacı” ağabey isterseniz size bir usta bulurum” dedi.Şaka yapıyor sandık.”Benim tanıdığım bir usta var,ararsam gelir,bu balatayı değiştirir” dedi.Arabanın sahibi : “Gecenin bu vaktinde de gelir mi?Hem de bu balata işini ben bilirim serviste bir günde zor bela değiştirmişlerdi” dedi.

Pompacı israrla”ağabey ,bizim Hasan Usta’ya bu işler vız gelir,arayayım gelsin, çabucak değiştirir” dedi.

“Pekala ,çağır bakalım” dedik.Ofise telefon etmeye gitti.Biraz konuştuktan sonra elindeki askıda üç çayla dışarı çıktı,”şimdi geliyor ağabey” dedi.

Yaklaşık on dakika sonra Balıkesir istikametinden jet hızıyla gelen eski kasa bir Doğan yanımızda durdu.İçinden kısa boylu ,orta yaşlı ,bıyıklı ve de sevimli bir usta indi.Bize selam verdi.Anahtarı istedi ve çalıştırıp arabayı şöyle bir kontrol etti.Hemen stop edip arabasının bagajından çıkardığı halatı bizim arabanın önüne bağladıktan sonra yanımıza geldi.”Arkadaşım bu debriyaj bitmiş.Şayet evet derseniz yanımda baskı,balata,bilya seti de getirdim,benim sanayideki dükkanımda bir saat içinde değiştiririz” dedi.

Dönüp biribirimize baktık.Bu usta bizi kaçırmamak için “bir saat” diyerek bize palavra atıyor olsa da arabayı buralarda bırakıp otobüslerde sürünmekten iyidir deyip balatanın değiştirilmesini beklemeye karar verdik.Saat henüz onikiydi.Dör beş saat sürse sabaha karşı yola çıkar,yine vakitlice İzmir’de olabilirdik.

“Tamamdır usta” dedik ve de hemen benzinliğin karşısındaki sanayi sitesindeki dükkana yollandık.

Usta konuşmayı çok sevmeyen birisiydi.Sadece bize emir veriyordu.Kapıları açtıktan sonra arabayı dükkanın içine aldı,ışıkları yaktı.Diğer arkadaşa “şurada küçük tüp ,çaydanlık,çay ve şeker var,bardaklar da orada.Bir çay demle de hepimiz içelim” dedi ve işe koyuluverdi.

İş için gereken takımları ,seyyar lambayı ve debriyaj setini alıp arabanın yanına gitti.Bizim Doğan’ın ön ve arkasını alel acele garaj krikosu ile kaldırıp tekerleklerin altına sehpalar yerleştirdi.Hemen şaftı söküp aşağı aldı.Şanzumanı gevşeterek biraz geriye çekip şanzuman krikosu üzerine oturttu ve kendisine çalışabilecek kadar yer açtı.Bizim çaydanlık kaynayıp da çay demlendiğinde önce eski baskı daha sonra da eski balata alttan dışarı sürüldü.

Bu iş bitince çıkıp yanımıza geldi.Yanık baskı ve balatanın durumunu kısaca izah etti.Bir sigara eşliğinde bir bardak çayı da çabucak içti ve tekrar arabanın altına süzüldü.Biz birkaç çay daha içerken arabanın altında sadece cırcır kolunun cırcır sesi duyuluyordu.Belli ki balatayı merkezlemiş ve de baskıyı volan üzerine sabitliyordu.

Birazdan aşağıda hareketler çoğaldı.”Ustam yardıma ihtiyaç var mı?” diye seslendik.Cevap bile vermedi.”Kütürt” diye gelen bir ses şanzumanın yerine oturduğunu bize anlattı.Tekrardan anahtar seslerini duyduk.Şaft şıngırdayarak yerine takıldı.Ve yaklaşık beş dakika sonra Hasan Usta arabanın altından çıktı.Önce öndeki sonra da arkadaki sehpaları alarak arabayı indirdi.Arabaya binip çalıştırdı.Birkaç ileri geri hareketten sonra stop etti.Kaputu açıp debriyajın ayarını da yaptıktan sonra anahtarları bize uzattı,”buyrun siz deneyin beğenmezseniz ayarını düzelteyim” dedi.Hiç söylenecek bir şey yoktu.Mükemmel seri bir işçilik ve mükemmel bir debriyaj ayarı bizi oldukça şaşırtmıştı.

Sadece “ustam borcumuz nedir? “ diyebildik.İşin gerçeği ben gece vakti yatağından kalkıp gelen ve bu kadar kısa bir sürede işi halleden bu ustanın bizden yüklü de bir para isteyeceğini düşünüyordum.Ama başa gelen çekilirdi.

Hasan Usta parayı söylerken o eski sert tavrını bıraktı.Utana sıkıla “setin fiyatı acentede şu kadar,bana da ne verirseniz verin” dedi.Hayretler içinde kalmıştık.Çünkü biz atelyeden içeri gireli 45 dakika olmuştu.arabamız tastamam hazırdı.Ve usta ne verirseniz verin diyerek en zor parayı istemişti.

Hasan Usta artık yaşlanmış ve de muhtemelen bu işleri bırakmış olabilir.Kendisine selam olsun.Balıkesir Sanayi Sitesi yaptığı başarılı işlerinden,dürüstlüğünden, bilgi ve becerisinden dolayı onu uzun yıllar hatırlayacaktır.Ömrüm boyunca gördüğüm en büyük ustalardan biridir.

Hasan Usta’nın çırağı , kalfası yoktu.Zaten de çalıştığı dükkan da kendisinin değil aslında bir kaportacı dükkanıydı.Her işi tek başına yapıyordu.Keşke kendinden sonra onun bu prensiplerini bilip uygulayabilen birileri olsaydı.

Hasan Usta 1990 lı yıllarda Balıkesir Sanayi Sitesi’nde sevilen ve bilinen bir ustadır.Gerçekten bir Doğan baskı balatasını hem de bir çay ile bir de sigara molasıyla 45 dakikada değiştirmiştir.Helal olsun.
Tüm Mesajlarını Bul
Alıntı Yaparak Cevapla
21/06/2012, 11:26 AM
Mesaj: #3
RE: Tamirhane Anıları
Sene 1995…Çift katlı DAF’ ımızla çalışıyoruz…Bir bayram arefesi gününün gecesi Bursa’dan gelirken Eskişehir’i 50-60 km geçtikten hemen sonra arka sağ çekici dingil dış lastiğimiz patladı…Bayram nedeniyle koşturmaca seferler yaptığımız için bir önceki seferde patlayan lastiğin yerine zaten stepneyi kullanmış, patlayan lastiğimizi yaptırmaya fırsat bulamadan yine sefere yollanmıştık… Dolayısıyla stepne bölmesinde duran lastiğimiz de patlaktı…Tabi lastiği değiştirecek durum yok…Ben lastikleri söküp patlayan lastiği içe, içteki lastiği dışa taktım ve Ankara’ya kadar dikkat ede ede böyle geldik…E tabi şirket adama nefes aldırır mı?..Daha garaja girer girmez yanımızda şirketin adamı peydah oldu, “Abi 2 saat sonra İstanbul seferiniz var ona göre” deyip kaçtı…Gün bayram günü…Ara ki açık lastikçi bul o saatte…Ankara’nın Etlik kavşağındaki eski garajlarına gittik, şansımıza açık bir lastikçi bulduk…Adam hemen işe koyulup lastikleri söktü, başladı tamire…O sırada ben avare dingilin sol lastiğin yanağında da derin bir demir kesiği gördüm ve lastikçiye gösterdim, “Tamam gardaş, bu lastik yaramaz gari, bende bir tane temiz çıkma var onu dakak” dedi…Çare yok kabul ettik…Çekici dingildeki lastiklerin işini bitirip diğer lastiğe geçtiler çırağıyla beraber…O sırada bir araba daha gelince bizim arabanın kalan işi çırağa üstüne yıkıldı…Biz de bu arada otobüsü temizleyip sefere hazırlıyoruz bir yandan, yani ustayla çırak ne yapıyor görmüyoruz...İş bitti, biz zar zor seferimize yetişip yola çıktık…Fakat sürekli bir ses geliyor ön tarafa “tıktıktıktık”…Hızlandıkça azalan yavaşlayınca artan bu sesin nereden geldiğini bulmak için defalarca durduk ama nafile…Ve en sonunda arkadan gelen ses büyük bir kütürtüyle son buldu…Avare dingildeki sol lastik jantıyla beraber koparak bizi geçti, yan bariyer köşesine çarpıp sıçrayarak iki yol arasındaki kanala girip havalandı ve karşı yolu havadan geçip yine zıplayarak uçurumdan aşağıya gitti…Gidiş o gidiş tabi…Biz hafif sola yatık şekilde otobüsü sağa çekip baktığımızda bütün bijonlar kesilmişti, iki dingil arasındaki sac kısım kopmuştu…Şirketi arayıp yolcuları gelen otobüslere peyderpey aktardık ve biz o şekilde Ankara ya geri döndük…Aynı lastikçiye girdik…”Hayırdır gardaş” dedi lastikçi…Rahmetli babam “Hayır, hayır” dedi…”Gel şu arabanın etrafını bir dolaşalım” diyerek koluna girip lastikçinin kısa bir gezintiye çıkardı…Lastikçi manzarayı görünce önce kızardı, sonra morardı…”Gardaş gusura kalma, biz ..ok ettik biz temizleyek” deyip çırağını çağırdı…Çırağa bir tokat patlattı…Babam dayanamayıp araya girdi ”Ne vuruyorsun çocuğa, o zaman ben de sana mı vurayım, çaresine bakalım olan olmuş” diyerek…Sonra bizim disk dahil yeni bir jant ve lastikle beraber ancak bayram bittikten iki sonra yola dönebildik…Zarar...Meğerse bizim çırak bijonlardan iki, üç tanesini sıkmış, sonra işe ara verdiği bir sırada kalanları sıkmayı unuttuğunu unutmuş ve üstüne de jant kapağını takıvermiş...Sonra da bizim lastik uçuvermiş…Kopan lastik Allah'tan karşı şeritten gelen bir araca çarpmadı, yoksa bu hata birinin canına malolacaktı...

Not: Vaktim olduğunda usta hatalarından başıma gelen nice macerayı da burada kaleme almak nasip olur inşallah.Saygılar.
Web Sayfasını Ziyeret Edin Tüm Mesajlarını Bul
Alıntı Yaparak Cevapla
27/06/2012, 07:34 PM
Mesaj: #4
RE: Tamirhane Anıları
Değerli M.Ali Üstad yazını okuyunca kendimi tamirhanede sandım,çok haklısın eskiden usta vardı şimdi servisin yedek parça bölümüne ne kadar çok para kazandırırım diye düşünen usta kılığında şarlatanlar var (tabi tüm ustaları kastedmiyorum)malumunuz eski arabaları severim iki sene önce 83 model Ford tanker aldım hem mal stokluyorum hemde öbür tankerlerin yetmediği yerlerde o takviye ediyor,bu arabayı sanayi ye götürdüm elektrik,boya,fren gibi bakım yapılacak,genç bir tamirci geldi 'Besim abi gene bir hurda bulmuş getirmiş' dedi daha ben cevap vermeden eskilerden biri 'sus lan aptal Besim abi gibiler olmasa aç kalırız dua ette böyle arabalar gelsin'dedi,iki sene önce sıfır kırk ayak kargo kamyona şöför aldım bu şöför en az yirmi yıl B.M.C 140 kamyonda tankercilik yaptı ne bileyim tecrübeli biri zannettim,Aliağa ya yakıt almaya gidiyor bana 'abi balatalara baktırayım' dedi seferden geldi önlerin balatası bitmiş balata çaktırmış,fakat dört tane fren pabucu getirdi 'abi balatalar bitmiş pabuclarıda bozmuş 'dedi pabucların ucu bıçak gibi olmuş yani kampana balata olmayınca demir demire sürtmüş ve pabuçları bozmuş ben 'kampanalar değiştimi'dedim 'hayır onları bozmamış'dedi hemen servisi aradım 'bir öküz bulmuşsunuz kaybetmeyin 'dedim çünkü kampana döküm pabuc saç levha önce yumuşak olan kampana bozulur sonra daha sert olan pabuc bozulur,bunları yüzüne vurunca servis müdürü özür diledi ama kıymeti yok benim arabaları kaybetti çünkü benim şöför hiç birşeyden anlamıyor,oradan hurdalıktan iki tane eski pabuc buldular işte bunlar senin dediler o cahil de inandı,aynı gün mazot filtresinin altında su alma vidası var kırılmış ben oraya bir civata taktım sorun halloldu onu görmüşler elli kuruşluk plastik vidayı takmıyorlar koca filitreyi komple değiştirmişler tabi bu olaylar şöförün sonu oldu ama servislerdeki zihniyetin ne olduğu konusunda iyi fikir oldu,insanın tamirden anlamasıda kötü,böyle olaylarla karşılaşınca hazmedemiyor oysa anlamayanlar için sorun yok onlara ne dersen kabul ediyorlar,örneğin Ablamın çip var yeni araba nedense şarjı kesmiş akü boşalmış serviste yen akü takıyorlar'eski akü ne oldu diyorum 'orada kaldı diyor alsana tertemiz akü ilk gelene sat benden zılgıtı yiyince şimdi en ufak işi bana soruyor tabi bu arada o tamircinin de işi bozuldu çünkü elinden ördeğin biri eksilmiş oldu bir dahaya iyi ve usta tamirciler konumuz olacak Saygılar.
Tüm Mesajlarını Bul
Alıntı Yaparak Cevapla
28/06/2012, 06:08 PM
Mesaj: #5
RE: Tamirhane Anıları
Dünyada öğrenmenin sonu yoktur.Yaş kaç olursa olsun, ne kadar okursak, ne kadar gezersek, ne kadar tecrübemiz olursa olsun teknik işlerde öğrenme bitmez.Bu çok basit anımı da Almanya'da ikamet eden Mustafaoe üstadıma ithaf ediyorum.

Yıl 1980 ya da 81.Bergama'lı bir arkadaşım var.Bergama'da pamuk tarlaları var.Ben ziraatten anlamam.Bu tarlaların her gün sabaha karşı sulanması gerekirmiş.Sulama işi de bu arkadaşıma ait.Gece yarısı bu arkadaşımın 115 kasa 240 dizel Mercedes'ine kurulup tarlaya gidiyoruz.Arabayı tarlaya giden toprak yola çekiyoruz.Arkadaşım gidip artezyenleri falan ayarlıyor.Tarlaya motorla suyu basıyor. Hava aydınlanırken geri dönüyoruz.

Bu arada dikkatimi çeken bir şey oldu.Arkadaşım arabayı park edip bıraktığı zaman birisi gelip çarpmasın diye park lambalarını açık bırakıyor.Eğer araba yolun sağında ise sol park lambaları,solunda ise sağ park lambaları yanık oluyor.İlk önceleri ben bunu saflığımdan "diğer tarafın lambası patlak herhalde" diye değerlendirdim.O zamana kadar tek park lambasının yanık bırakılabileceğini bilmiyordum.Arkadaşıma da bu tek lambayı nasıl yakabiliyorsun diye sormadım.Ama merak da ediyordum doğrusu.

Hatta bir gün araba bendeyken far ampulü patladı.İzmir'de Mersinli civarlarında bir oto elektrikçiye götürdüm.Far ampulünü değiştirirken elektrikçiye bu tek park yakabilme işini sordum.Benle dalga geçti."Abi sabah sabah uyku sersemi yanlış görmüşsündür.Belki de ampul arızalıydı.Hiç park lambası tek yanan araba olur mu.Gel bak bütün düğmeler burada,öyle bir şey yok." dedi.Akşam arabayı arkadaşıma teslim ederken soracaktım,laf karıştı soramadım.Sonra da unuttum gitti.

İlerleyen zamanda Almanya'dan gelen ve Çorlu'da E-5 karayolu kenarına park etmiş pek çok Ford,Audi,Mercedes gibi Alman arabalarında bu tek park lambasının yandığını gördüm.Bu usul Almanya için geçerli bir trafik kuralı olmalı diye düşündüm ve yine kimseye bu park böyle nasıl yanabiliyor diye soramadım.

Lafı uzatmayayım.Fatih biliyor , geçenlerde bir Skoda Fabia aldım.Bu araba aslında herşeyiyle Volkswagen.Ve tamamen Alman sistemleri geçerli.El kitabını okurken şöyle bir not gördüm:

"Geceleyin karanlık yollarda aracınızı park edeceğiniz zaman sağ ya da sol park lambalarınızı yakmanız gerekebilir.Bunun için far anahtarı kapalı konumdayken sağ park lambaları için sinyal kolunu sağa sinyal verir pozisyona; sol park lambaları için de sinyal kolunu sola sinyal verir pozisyona getirmeniz yeterlidir."

İnsan hayatında öğrenme bitmez.Otuz yıl sonra gelen bir öğrenme örneğini beğeninize sundum.Alman arabasına binenler denesinler bakalım. Wink

Herkese selamlar...
Tüm Mesajlarını Bul
Alıntı Yaparak Cevapla
28/06/2012, 10:51 PM
Mesaj: #6
RE: Tamirhane Anıları
Üstad Ilkin FABIA miz Hayirli ugurlu olsun allah kazasiz belasiz kullanmak nasip etsin ve getirisi cok olsun dilekleriyle.. Her acidan Smile
P 7 lerde varmiydi hatirliyamiyorum Ama taunus ve granadalarda ve dediginiz gibi diyer arabalarda seri imalde mevcut sinyal kolunu unutunca kaldigi pozizsyon daki tarafin arka ve ön park yaniyor
Birde sizin arkadasinizin kullandigi 114. ve 115 .123. E 124 serisi .de Sol gögüste Lamba anahtarinda bu düzen var Far lambalarini idare eden büyük salter de standart durusundan sola dogru iki basamak görevi var ilk basamak sag parklara ikinci basamak tam sol ,sol parklara kumanda ediyor zamaninda Besim üstadin 116 sindada olmasi lazim ( Bazilarinda dügmede yerleri farkli olabiliyor genel prensip ayni)
Bir ufak ilavem olursa zamanin Dörtlü lamba Düzeni olmuyan Araclara O düzen icin müdehale ettigimizde Fark ettikki El kitabindaki bilgi gibi o islem kendiliginden ortaya cikti
Yalniz seri yeni üretimlerde sistemler devreye girdiginden unutmak birakma falan fark etmiyor otuz saniye icinde otomatik camcerceve dahil hepisini sistem kilitliyor Tabiki El kitabindakiler ne varsa tarifi gibi calisiyor
Alıntı Yaparak Cevapla
« Önceki | Sonraki »
Cevapla 


Forum'a Git:


Konuyu görüntüleyenler: 1 Misafir

İletişim | MagazinUlasim.Com | Yukarıya dön | İçeriğe Dön | Hafif Sürüm | RSS