12/01/2011, 05:12 PM
Gökhan arkadaşım teşekkürler.Bu resimler bir yandan içimizi açarken diğer yandan da yaramızı deşiyor.
Bunu gerçek bir hayat hikayesiyle anlatayım isterseniz.
Ordu, tamircisi bol şehirlerimizdendir.Ordu'da iki tip tamirci vardır.Birincisi periyodik olarak değişmesi gereken malzemeleri değiştirebilecek kapasitede ustalardır.Bunlar yağ değiştirir,antifriz ölçer,tamamlar, bazen buji platin (platinli arabalar da tarih oldu ya neyse),balata değiştirir ve orada kalır.Bu tip ustaların yetkisi buraya kadardır.Ordu'da bu tip ustalar "alt bakımcı" olarak bilinir.
Bir de orada ustalar vardır.Elinden her iş gelen,yaratıcı,yaptığı iş bir şeye benzeyen.
Teşhisi koyabilen ustalardır bunlar.Birisi gelip de "ya ustam benim 407 de şöyle bir şey var" derken adamın anlatış tarzından arızaya teşhisi yapıştırabilen insanlardır.
Benim kayınpederim de Ordu'nun iyi ustalarındandı.Başlangıcı da bakır kazan imalatıdır.
1950 li yıllarda birgün bunlar dükkanda tangur tungur kazan döverlerken birisi çıkar gelir."Ya ustam bizim falancanın oğlu filanca Almanya'dan bir Volkswagen ile gelmiş.Boztepe'ye çıkarken arabayı kaçırmışlar ,ön çamurluğu ezilip gitmiş,buna bir müdahele edebilir misin?" der.
Aslında yardımı isteyen de yaratıcı bir insan.O an için kaplumbağa Volkswagen'in yuvarlak çamurluğu ile bakır kazanı aklında ilişkilendirip gelmiş.Çünkü o yıllarda belki Ankara,İstanbul,İzmir,Bursa gibi arabası bol olan şehirlerde kaportacılık var,ama Ordu'da yok işte.
Ustası bu fikre karşı çıksa da o zaman orada kalfalık yapan kayınpeder "bir getir de bakalım" der.
Arabayı ite kaka dükkanın önüne getirirler.Önce kabaca ağaç tokmakla, çekiçle, gerdirerek,çektirerek kendi şekli buldurulur.Daha sonra çamurluk aynen bakır kazanın şişlikleri alınırcasına primus (piyasadaki adı pürmüzdür) lambası ile nokta nokta ısıtılıp saatlerce çekiçlenir.Elle yoklanıp yoklanıp ısıtılıp çekiçlenir,ıslak bezle soğutulur..Sonunda pürüzsüz bir yuvarlaklık elde edilince zımparalanıp bırakılır.Ve çamurluk eskisi gibi olur.
O yıllarda astar boya,çelik macun,selülozik macun varsa da kazancıda ne gezer.Hele ki boya tabancası bilinmez bile.
Volkswagen'in çamurluğu önce turuncu antipas boyayla ve fırçayla bir güzel boyanır.Üzerine de kendi mavi rengine yakın bir yağlı boya ile bir kaç kat yağlı boya sürülür.
Ve bu işlem sonucunda bizim kayınpeder kazancılıktan kaportacılığa terfi eder.Bu olay o yıllarda Ordu küçük bir yer olduğu için hemen duyulur ve kulaktan kulağa yayılır.Arabası olup da o zamanlar kaporta onarımı için Trabzon veya İstanbul'un yolunu tutanlar da bizim kayınpederin yanına düşer.Zaman içerisinde mekanik onarımlar konusunda da kendini yetiştirince sağlam bir usta oluverir.
Ama o da daha sonra kamyonculuk denen hastalığı keşfettiği için bu işleri bırakıp 1965 model KEW Dodge'un üstüne uzun yıllar inmemek üzere çıkar.
İşte bir hayat hikayesi.Bundan alınacak ders bence şu:İnsan merak ettikten sonra,bir işe öğrenmek üzere ilgi duyduktan sonra yapamayacağı iş yoktur.Yeter ki sebat etsin.
Yine biraz da günümüzü eleştirelim.Sanayi Çarşılarına bir bakın bakalım,hiç çırak görebilecek misiniz?Tamam zorunlu eğitim sekizken onbir yıl olsun,ülkemizde kültürlü insanlar çoğalsın ama bu işleri kim yapacak?Herkes mühendis ,doktor ,hakim, subay olacak da arabaları kim tamir edecek,demiri kim kaynatacak, boyayı kim yapacak , civataya dişi kim açacak?
Şu dönemde piyasada olan zorunlu sekiz yıl öncesi nesil sanayide yaşlanınca patlak lastiği yaptıracak adam bulamayacağız gibime geliyor.
Bunu gerçek bir hayat hikayesiyle anlatayım isterseniz.
Ordu, tamircisi bol şehirlerimizdendir.Ordu'da iki tip tamirci vardır.Birincisi periyodik olarak değişmesi gereken malzemeleri değiştirebilecek kapasitede ustalardır.Bunlar yağ değiştirir,antifriz ölçer,tamamlar, bazen buji platin (platinli arabalar da tarih oldu ya neyse),balata değiştirir ve orada kalır.Bu tip ustaların yetkisi buraya kadardır.Ordu'da bu tip ustalar "alt bakımcı" olarak bilinir.
Bir de orada ustalar vardır.Elinden her iş gelen,yaratıcı,yaptığı iş bir şeye benzeyen.
Teşhisi koyabilen ustalardır bunlar.Birisi gelip de "ya ustam benim 407 de şöyle bir şey var" derken adamın anlatış tarzından arızaya teşhisi yapıştırabilen insanlardır.
Benim kayınpederim de Ordu'nun iyi ustalarındandı.Başlangıcı da bakır kazan imalatıdır.
1950 li yıllarda birgün bunlar dükkanda tangur tungur kazan döverlerken birisi çıkar gelir."Ya ustam bizim falancanın oğlu filanca Almanya'dan bir Volkswagen ile gelmiş.Boztepe'ye çıkarken arabayı kaçırmışlar ,ön çamurluğu ezilip gitmiş,buna bir müdahele edebilir misin?" der.
Aslında yardımı isteyen de yaratıcı bir insan.O an için kaplumbağa Volkswagen'in yuvarlak çamurluğu ile bakır kazanı aklında ilişkilendirip gelmiş.Çünkü o yıllarda belki Ankara,İstanbul,İzmir,Bursa gibi arabası bol olan şehirlerde kaportacılık var,ama Ordu'da yok işte.
Ustası bu fikre karşı çıksa da o zaman orada kalfalık yapan kayınpeder "bir getir de bakalım" der.
Arabayı ite kaka dükkanın önüne getirirler.Önce kabaca ağaç tokmakla, çekiçle, gerdirerek,çektirerek kendi şekli buldurulur.Daha sonra çamurluk aynen bakır kazanın şişlikleri alınırcasına primus (piyasadaki adı pürmüzdür) lambası ile nokta nokta ısıtılıp saatlerce çekiçlenir.Elle yoklanıp yoklanıp ısıtılıp çekiçlenir,ıslak bezle soğutulur..Sonunda pürüzsüz bir yuvarlaklık elde edilince zımparalanıp bırakılır.Ve çamurluk eskisi gibi olur.
O yıllarda astar boya,çelik macun,selülozik macun varsa da kazancıda ne gezer.Hele ki boya tabancası bilinmez bile.
Volkswagen'in çamurluğu önce turuncu antipas boyayla ve fırçayla bir güzel boyanır.Üzerine de kendi mavi rengine yakın bir yağlı boya ile bir kaç kat yağlı boya sürülür.
Ve bu işlem sonucunda bizim kayınpeder kazancılıktan kaportacılığa terfi eder.Bu olay o yıllarda Ordu küçük bir yer olduğu için hemen duyulur ve kulaktan kulağa yayılır.Arabası olup da o zamanlar kaporta onarımı için Trabzon veya İstanbul'un yolunu tutanlar da bizim kayınpederin yanına düşer.Zaman içerisinde mekanik onarımlar konusunda da kendini yetiştirince sağlam bir usta oluverir.
Ama o da daha sonra kamyonculuk denen hastalığı keşfettiği için bu işleri bırakıp 1965 model KEW Dodge'un üstüne uzun yıllar inmemek üzere çıkar.
İşte bir hayat hikayesi.Bundan alınacak ders bence şu:İnsan merak ettikten sonra,bir işe öğrenmek üzere ilgi duyduktan sonra yapamayacağı iş yoktur.Yeter ki sebat etsin.
Yine biraz da günümüzü eleştirelim.Sanayi Çarşılarına bir bakın bakalım,hiç çırak görebilecek misiniz?Tamam zorunlu eğitim sekizken onbir yıl olsun,ülkemizde kültürlü insanlar çoğalsın ama bu işleri kim yapacak?Herkes mühendis ,doktor ,hakim, subay olacak da arabaları kim tamir edecek,demiri kim kaynatacak, boyayı kim yapacak , civataya dişi kim açacak?
Şu dönemde piyasada olan zorunlu sekiz yıl öncesi nesil sanayide yaşlanınca patlak lastiği yaptıracak adam bulamayacağız gibime geliyor.